Toplumsal Tarihten Ne Öğrenebiliriz?
Tarih, Bize Öğretilen mi?
Eğitim yaşamımız boyunca bizlere tarih diye çoğunlukla savaşların, bazen de barışın tarihi anlatılmıştır. Tarihin sıradan insanın yaşamı denilen toplumsal tarih kısmı ise eğitim müfredatlarında yer almaz.
Öncelikle bize anlatılan tarihe hızlıca bir bakalım. Tarih ikiye ayrılır: Karanlık çağlar ve M.Ö. 3500’den sonra yazılı tarihin başladığı dönemler ve sonrası. İnsanlık tarihinin yüzde 99’u diyebileceğimiz karanlık çağlar hızlıca es geçildikten sonra yazılı tarih başlar ve uzun uzun savaşların ve fetihlerin tarihi işlenir. Bu yazılı tarih aslında vakanüvis denilen kişilerce kayıt altına alınmıştır ve gerçekliği de şüphelidir. Vakanüvisler, imparatorlara övgüler düzen, bolca kahramanlık hikayeleri aktaran ve tarihi olayları bir bilim şeklinde değil de, bu övgülerle kaydeden devlet görevlileri olmuştur. Buraları çok karıştırmamak gerekir. Böyle bir bakış açısından edinilecek tarih bilgisinin insanlığın gelişimi için söyleyeceği çok az şey vardır. Bizim ele alacağımız tarihin ise bundan çok daha fazla şey söyleyeceği açıktır. Bunu yapabilmek için de sınırları ve savaşları unutmamız gerekir.
Süreleri Yeniden Düşünmek, Etkili Bir Tarih Analizi İçin Gerekli
Toplumsal tarih incelememize başlarken ilk önce süre kavramını yeniden yorumlamamız gerekir. Tarihteki süreler çok ama çok uzundur. Evrimin 4,5 milyar yıllık tarihine bakarsak, insanoğlunun tarihi neredeyse çok uzun bir doğru parçasında “-” kesme işareti kadar kalacaktır. Yazılı tarihten önceki insanın tarihi de bu kesme işareti üstünde nokta kadar yer tutamaz.
Toplumsal Tarih, Tarihe Başka Açılardan Bakmamızı Sağlar
Toplumsal tarihe dönersek. Her şeyden önce dünyada neanderthal, homo sapiens gibi farklı bölgelerde yaşayan farklı insan türleri vardı. Bu insan türlerinin nasıl yok olduğu veya bugünkü insan olan homo sapiens’le ilişkisinin ne olduğu tam olarak bilinmiyor. Bildiğimiz insanoğlunun dünyada homo sapiens şeklinde yaklaşık 70 bin yıldır olduğu. Peki o zamandan bu yana insanlar nasıl yaşadı?
Toplumsal Tarih Gözünden Tarih
İlk insanlar önce avcılık-toplayıcılıkla hayatta kaldı. Avcılık-toplayıcılık döneminde insanlar arası ilişkiler hiyerarşiden uzak ve eşitlikçiydi. Kabile şefleri olsa da, bir bürokrasiden veya devletten söz etmek imkansızdı. Din anlamında ise şamanlar söz konusuydu. Zamanla insanlar avcılık ve toplayıcılığın yanı sıra bahçeçilik de yapmaya başladı. Bahçecilikle birlikte anaerkil bir dünya ortaya çıktı. Sonrasında ise insanlar bazı arazileri de ekerek yaşamlarını sürdürmeye başladı. Yerleşik hayata geçiş bir anda olmadı. Avcılık ve toplayıcılıkla bahçeçilik ve tarım nesiller boyu yan yana sürdü. Tarım toplumları, adım adım avcı ve toplayıcıların hilafına büyüdü. Tarım toplumuna bir kez geçildiğinde geri dönüş çok zordu ve insanlar toprağı daha fazla işleyebilmek, sulama kanallarını açık ve temiz tutabilmek için sürekli nüfus artışına ihtiyaç duymaya başladı. Ayrıca, gübreye ihtiyaç vardı ve hayvanların evcilleştirilmesi ile otlaklarda beslenen hayvanların toprakları gübrelemesi ve toprağın kaybettiği besini geri alması sağlanıyordu.
Aslında bu durum tarih boyunca otlak ve tarım arazisi diye bir ayrımın oluşmasına yol açtı. Bu durum da bir kapanın içine sıkışması gibi insanların sürekli daha fazla nüfuslarının artmasına neden oldu. Kendi kendini besleyen büyüme süreci bu şekilde başladı. Avcı-toplayıcı topluluklar daha başarılı savaşçılar bile olsa, nüfusu hızlı bir şekilde artan ve daha iyi örgütlenme altyapısına sahip tarım toplulukları tarafından giderek tarımın olabileceği kendi yaşam alanlarından sürüldü.
Bu durum düz bir şekilde gerçekleşmedi. Toprağın verimi belirli bir ekim dönemi sonrasında neyin de ekildiğine bağlı olarak düşüyordu. Bu alan tekrar otlak olmaya bırakılıyor, başka alanlar ve ormanlıklar kes-yak şeklinde açılıyor, burada tarım yapılıyor ve toprağın gücü tükendiğinde tekrar aynı döngü başlıyordu. Ormanlar bunun yanı sıra pişirme ve ısınmada da kritik önemdeydi.
Öncelikle düz alanlardaki ormanların kes-yak şeklinde açılmasının ardından zaman için dağlık bölgelere doğru kes-yak tarımı ilerliyordu. Buralardaki ormansızlaşma neticesinde toprak erozyonu gerçekleşiyor, vadiler toprakla doluyordu. Bu vadilerde ise bataklık benzeri ortamlar oluşuyor, buralar flora ve fauna açısından çeşitli olsa da, insan sağlığına başta sıtma gibi olumsuz etkilerinden dolayı yaşanması zor alanlar olarak kalıyordu. Bu nedenle insanlar dağlık alanlarda yaşıyordu.
Dağlık alanlar kes-yak tarımına açıldıktan sonra toprağın erozyona uğramaması için taraçalandırılıyordu. Taraçaları korumak ise her zaman için emek, dolayısıyla da insan gücü istiyordu. Bu başarılamadığı anda ise toprak erozyonu oluyor ve taraçaların dayandığı toplumlar çöküyordu. Kes-yak tarımına uygun arazinin açılması ise zaman içinde azalan alanlar nedeniyle çekişmelere yol açıyor, insanlar sabit bir toprağı ekip dikmeye ve sulamaya başlıyordu. Bu sabitlik ise, zaman içinde dünyanın pek çok farklı yerinde olduğu gibi, tuzlanmaya yol açıyor, tarım verimsizleşiyor, sonrasında ise oradaki toplum ve medeniyeti besleyemediği için sistem çöküyordu.
Toprağın verimliliğinin sürdürülmesi için nadasa bırakma, kireç atma, toprağı daha derin sürme, insan ve hayvan dışkısı ile gübreleme gibi farklı teknikler deneniyordu. Önce Amerika’dan Avrupa’ya getirilen Guano gübresi, sonrasında ise yapay kimyasal gübrelere kadar insanın doğayla mücadelesi kabaca buydu. Tabi iklimsel ve coğrafi farklılıkları ve bunun devlet ve medeniyet oluşumuna ilişkin değişik etkilerini de unutmamak gerekiyordu. Örneğin Avrupa’nın yağmura dayalı tarımı feodal topluma, Asya’nın merkezi sulama, drenaj, taşkın ve hidrolik sistemlerine dayalı tarımı ise Asya tipi üretim tarzına yol açıyordu.
Toplumsal Tarihin Savaşlarla İlişkisi Nasıl?
Bu tarihin bize anlatılan resmi tarihle ilişkisi olan savaşları da burada ele almamız gerekli. Bu tüm tarihin çok ama çok küçük bir kısmı. Savaşları açıklamak, barışı ve işbirliğini açıklamaktan çok daha kolay olduğu için genelde savaşları anlatmak seçiliyor. Savaşları anlamak için kendimize şu soruyu sormamız gerekli. Tarihte savaş neden vardı? Cevabı aslında çok basit: Tarihin savaşlara kaymasının nedenleri bugünkülerle aynıydı. İnsanların kendilerine yetememesi, daha fazla kaynağa ihtiyaç duyması, doğayla kurmaya çalıştığı döngüsel ilişkilerin etkili bir şekilde kurulamaması nedeniyle göçlere maruz kalınması idi. Ama çatışmanın boyutu zaman içinde değişti. Avcı-toplayıcı toplumlarda çatışmaların çözümü basitti. Oradan uzaklaşmak. Çatışmalar mutlaka oluyordu ama genel eğilim uzaklaşmaktı. Yerleşik hayata geçişle birlikte çatışma çözümlerinde avcı-toplayıcı toplumdaki oradan uzaklaşma yöntemini uygulamak giderek zorlaştı.
Çatışmaların çözümünün giderek zorlaşması, örgütsel yapılar gerektirdi. Devlet dediğimiz yapı tam da bu süreçte ortaya çıktı. Avcı-toplayıcı toplumlar gibi çatışma anında uzaklaşamayan yerleşik yapıların üzerinde diğer bazı saldırgan yapılar tahakküm oluşturmaya, vergi almaya, kendilerini meşrulaştırmaya, ruhban sınıfı beslemeye başladı. Devlet, kamusal hizmet adı altında en önemli faaliyet olarak yerleşik halkı dış saldırılara karşı korumaya ve bu şekilde meşruiyet edinmeye başladı. Bunun nedeni aslında basitti. Tarım toplumu demek belirli bir grup ürünleri belli bir dönemde hasat etmek ve stoklamaktı. Bir saldırıda bu ürünlerin tümünün elden gidebilmesi ve açlıkla karşılaşma olasılığı çok yüksekti. Bunun için devletlerin bu halkın ürettiklerini koruması gerekti. Bu koruma gerekliliği, başta küçük olan ama giderek büyüyen savaş makinesi şeklinde devlet aygıtlarının ortaya çıkmasına neden oldu. Bu meşrulaştırma bugün bile geçerlidir. Dünyadaki tüm devletlerin savunma bakanlığı vardır. Halbuki toplum, kaynaklarından fazlasını tüketirse, kaynak açığı için saldırmak zorundadır.
Peki bu savaşların boyutu neydi? Bu savaşların boyutu lojistik gibi olanakların sınırları nedeniyle bugünün savaşlarına göre düşüktü. O dönemin koşullarında ise, savaşlarda ölenlerin sayısı, toplam nüfusun içinde önemli yer tutuyordu. Bugün savaşlarda ölenler daha çok ama toplam nüfus içindeki sayısı az.
Anlamlı Yaşamı Savunanlar, Tarihi Toplumsal Perspektiften Görmeli
Anlamlı yaşamı arayanların tarihi, siyasi tarih penceresinden ziyade toplumsal tarih bağlamından ele alması gerekli. Bu yönüyle tarihin insanın doğayla oldukça sert bir mücadelesi olduğunu, bu mücadelede tüm icatların hızlı bir şekilde bir toplumdan diğerine doğal sınırlar boyunca hızlıca aktarıldığını, bu yönüyle toplumsal tarihin çatışmalardan çok daha fazla olacak şekilde patentlerin neredeyse hiç işlemediği büyük bir dayanışma ağının oluşmasını sağladığını bilmesi gerekli.
Bu yazı, Abdullah OSKAY tarafından yazılmıştır.
Yorumlar
Yorum Ekle