Sosyal Girişimcilik Hangi Tarihsel Bağlamda Ortaya Çıkmıştır?
Kapitalist sistemin çarklarını girişimciler döndürmektedir. Emek, sermaye ve işgücü kapitalist sistemdeki üç üretim faktörü iken, girişimcilik bu üçünü işleyen dördüncü üretim faktörüdür. Girişimci kapitalist sistemde karını artırmaya odaklı çalışmakta, sosyal ve çevresel sorunları kar artırma sürecinde kendisi için ek maliyetler olarak görebilmektedir. Denilenilir ki, birçok ticari girişimci için kapitalist rekabet ortamında çevresel ve sosyal düzenlemeler ilave yük getiren ve rekabet gücünü düşüren uygulamalar olarak anlaşılmaktadır. Kapitalizmin hipertüketime ve endüstriyelizme dayanan doğası da, sosyal ve çevresel sorunların katlanarak artmasına yol açmakta, doğal kaynaklar ve çevre birçok sıkıntıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Kapitalizmin altın çağının yaşandığı bir dönemde yaşayan Marx için sosyal sorunlar kapitalist eleştirinin merkezine yerleştirilmiştir. Charles Dickens’ın karamsar romanlarında da görüldüğü gibi bu dönemde kapitalizm yarattığı eşitsiz insan ilişkileri bağlamında eleştirilmiştir. I. ve II. Dünya Savaşları sonrasında giderek hızlanan sosyal devlet inşasının ardından sosyal sorunlar geri plana itilmeye başlanırken, kapitalizme eleştiriler 1960’lardan itibaren giderek artan şekilde çevrecilerden gelmiştir. Rachel Carson’ın ufuk açıcı kitabı Sessiz Bahar’da ele alınan DDT’lerin zararlarıyla çevreci hareket ilk ivmesini yakalamış, petrol krizlerinin etkisi ve bunun yansımalarının da bulunduğu 1972 yılında yayınlanan Büyümenin Sınırları raporuyla kapitalizmin doğal kaynaklar üzerindeki baskısı açıkça anlaşılmış ve çevre hareketi günden güne ortodoks liberal politikaları sorgulamaya başlamıştır. Bu durum, sosyalizmle yönetilen Sovyet Bloğunda da çevre sorunlarının olması ve Çekoslavakya’ya müdahelesi gibi diğer siyasi etkenlerle birleşince antikapitalistler, kozmopolitanistler, çevreciler kızıldan yeşile doğru kaymaya başlamışlar. Hayatına Marksist olarak başlayan ve sonradan Marksizmi devlet kapitalizmi olarak görüp sosyalist mücadeleye hararetli bir şekilde karşı çıkan Murray Bookchin, bunun en önemli örneklerinden birisidir.
Söz konusu dönem, aynı zamanda Keynesyen ekonomi politikalarının sorgulandığı bir dönemdir. Keynesyen ekonomi modeli devletin ekonomide para ve maliye politikası araçlarıyla etkin bir şekilde yer almasını savunmaktadır. Bu dönemde ortaya çıkan krizler, devletin ekonomideki verimsizliği, aşırı güçlenmiş sendikalar, durgunluk içinde uzun yıllar süren enflasyon (stagflasyon) gibi nedenlerden dolayı Keynesyen ekonomi modeli terk edilmeye başlanmıştır. Keynesyen ekonominin zirvesinde, 1959 yılında Keynesyen ekonomi modelini eleştirmeye başlayan ve o dönemde sıkça eleştiri ve alay konusu olan Milton Friedman’ın monetarist kuramı giderek daha fazla zemin bulmuş ve 1980’lerde hakim paradigma olarak devletler tarafından uygulanmaya başlamıştır. Devletin küçülmesi, devletin sunduğu hizmetlerin tektipliğinden dolayı hizmet alanların kamunun yanı sıra özel sektör ve sivil toplum tarafından da sağlanacak daha çeşitli hizmet sağlayıcılardan hizmetleri talep etmesi, sosyal devlet harcamalarının azalması, devletin ekolojik ve sosyal sorunları çözmede yeterince etkili olamaması gibi nedenlerle uygulanmaya başlayan Neo-liberal politikalar neticesinde alternatif modeller ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu dönem aynı zamanda bilgi ekonomisine geçişin başladığı yıllar olarak da tanımlanabilir. Bilgisayar ve internet sermayenin dağıtımını kökten değiştirmiş, geleneksel hiyerarşik örgüt modelleri ve Weberci tarzı örgütlenmeler giderek sorgulanmaya başlamış, yeni kurulacak başta bilgi teknolojisi temelli şirketlerin sermayesinin küçük meblağlarla finanse edilmesini sağlamıştır. Bu durum girişimciliğin bir disiplin olarak ele alınmasını ve yaygınlaştırılmasını da beraberinde getirmiştir.
İşte tam da bu tarihsel bağlam içinde sosyal girişimcilik, girişimciliğin bir alt dalı olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Kamu, özel, sivil toplum sektörlerinin yanında dördüncü sektör olarak da nitelendirilen sosyal girişimcilik tarihin her döneminde olmasına rağmen Bill Drayton’un 1980’de Ashoka’yı kurması ve sosyal girişimciliğin teorik çerçevesinin oluşturulmaya başlanması tam da bu döneme denk gelmektedir. O dönemden bu zamana sosyal girişimler, sosyal girişimcilik ve bu girişimleri destekleyen ağlar hızla yayılmakta, gerek literatür gerekse uygulamada sosyal girişimcilik, girişimciliğin bir alt dalı olarak yaygınlaşmaktadır.
Bu yazı, Sosyal Garaj Dönüşüm Öncüsü Abdullah OSKAY tarafından yazılmıştır.
Yorumlar
Yorum Ekle